Bir Fincanın Hikâyesi ve Kaybolan Emek: Sürdürülebilirliğin Asıl Yarası

 

Bir
Fincanın Hikâyesi ve Kaybolan Emek: Sürdürülebilirliğin Asıl Yarası

Yazan: Murat ŞERAS — Dohrnova Turrina Sürdürülebilir Çözümler

Bir video izledim geçenlerde…
Çinli bir zanaatkâr, dağdan aldığı taşı öğütüyor, elekten geçiriyor, suyla yoğuruyor, bekletiyor…
Toprak çamura; çamur kil’e; kil bir fincana dönüşüyor.
Her aşama, sanki insanın yeniden yaratılışı gibi.
Sabırla, sessizce, yavaşça…

Videoyu bitirdiğimde içimden tek bir cümle geçti:

“Bu fincanı ben yapsaydım, asla kırmazdım.”

Çünkü o fincan, bir eşya değil;
emek, zaman, ritim ve doğayla kurulan bağın kendisi.

Bugünün dünyasında ise her şeyin yerini endüstriyel hız aldı.
Ucuza alınan, çabuk kırılan, çabuk yenisi gelen ürünler…
Eşyalarla ilişkimiz, bir solukluk heves gibi.
Elimize aldığımız şey “beklemiş, olgunlaşmış, sabır görmüş” değil; banttan kayıp gelen bir kopya.

Ve biz, kolay gelen her şeyi kolay feda ediyoruz.



Sürdürülebilirlik Artık Bir Masal Gibi Anlatılıyor

Sürdürülebilirlik konferanslarda konuşulduğunda kulağa hoş geliyor.
Ama günlük hayatta;
elin toprak görmeden, suyun ağırlığını taşımadan, bir şey üretmenin o bedensel emeğini hissetmeden…

…sürdürülebilirlik sadece etiket oluyor.

Topraktan gelen bir eşya ile fabrikadan çıkan bir eşya arasındaki fark, sadece kalite farkı değildir;
değer farkıdır.

Toprak bize bir şey öğretir:
Bir şeye emek vermezsen, ona saygı duyamazsın.

Bu yüzden 15R’ın merkezinde “Respect” (Saygı), “Responsibility” (Sorumluluk), “Resilience” (Dayanıklılık) gibi ilkeler boşuna durmuyor.
Bir eşyanın ömrü, aslında insanın emeğe gösterdiği saygıyla uzuyor.


Peki ya çocuklar? Neden sıkılıyorlar?

Çocuklara o videoyu açıyorum bazen.
Zanaatkâr taşı dövüyor, suyu süzüyor, günlerce bekliyor…
Ve çocuk soruyor:

“Bu kadar uğraşmaya değer mi?”

Onları suçlayabilir miyiz?
Hayır.

Çünkü büyüdükleri dünya, emek ile sonuç arasındaki bağı kopardı.
Tıkla → sipariş ver → gelsin.
Tıkla → izle → bitsin.
Tıkla → beğen → geç.

Bu döngü içinde bir çocuk, kilin su çekmesini bekleyemez.
Beklemesi için önce dünyanın ritmini duyması gerekir.

Dijital dünyanın ritmi hız,
doğanın ritmi yavaşlıktır.
İkisi arasındaki uçurum çocukları sabırsız yapmıyor;
çaresiz bırakıyor.

Onlar yavaşlığın neden anlamlı olduğunu bilmiyor.
Kimse onlara anlatmıyor.
Anlatılsa bile, yaşamın akışı bununla örtüşmüyor.


Oysa sürdürülebilirlik, yavaşlığın içindeki bilgidir

Bir fincana sır olarak sürülen odun külü, aslında doğanın hafızasıdır.
Toprak “sabırsız olanı” kabul etmez.
Ağaç “acele eden”i taşımaz.
Su “hemen sonuç isteyen”i yıkar geçer.

Sürdürülebilirlik, sürecin kendisinde saklıdır.

Ve bugün biz, süreci gömmüş bir toplum haline geldik.
Sonuca tapıyor, sürece tahammül edemiyoruz.


Sürdürülebilirliği Yeniden Diriltmenin Yolu: Emekle Bağ Kurmak

Ben Murat Şeras olarak şuna inanıyorum:

Bir insan, kendi elleriyle ürettiği bir şeyi kullanıyorsa, o insan sürdürülebilirliğe zaten hizmet ediyordur.

Çocuklara sürdürülebilirliği öğretmenin en güçlü yolu onlara ders vermek değildir;
deneyim yaşatmaktır:

  • Bir kil parçasını yoğurup bekletmek,

  • Bir çubuğu bıçağa dönüştürmek,

  • Bir dalı kaşığa çevirmek,

  • Bir kabın çatlamasını “başarısızlık” değil “ders” yapmak,

  • Bir kompost kovasında kokuyu değil dönüşümü görmek…

Bunlar çocuk için sadece etkinlik değildir;
dünyayla ilk hakiki temaslarıdır.

Ve bu temas, geleceğin sürdürülebilir toplumunu doğurur.


Son Bir Cümle: Kolay Gelen Değer Kazandırmaz

Bugünün dünyası hızın peşinden koşuyor.
Ama sürdürülebilirlik, hızla değil özenle başlar.

Çinli ustanın fincanı bize şunu söylemek için var:

“Değer, süreçte saklıdır.”

Bir gün biz de toprakla yeniden temas kurduğumuzda
hem dünyayı
hem kendimizi onaracağız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bilim, Dogma Olabilir mi?

İnsanlığın Evrimi ve Yeni Eşik: Yapay Zeka Çağında Sürdürülebilirlik Arayışı

Probiyotik Tüketiyoruz, Ama Pestisitler Ne Diyor?